yükleniyor
İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimleri ; çalışma yaşamı içinde çeşitli hastalıklar, kazalar, işsizlik vb. pek çok risk vardır. Bunlar arasında iş kazaları ve meslek hastalıklarının ayrı ve önemli bir yeri vardır. Teknik gelişmelerin hızı, makineleşme, sanayileşme ve kimyasal madde kullanımı bir takım rahatsızlıkları da beraberinde getirmiş ve madenlerde, sanayide, yapı işlerinde ve hemen hemen çalışılan her yerde meydana gelen kazaların yarattığı tehlikelerin insanlığı ne ölçüde tehdit eder hale geldiği herkes tarafından anlaşılmaya başlanmıştır.
Bu ortamda, bu tehlikelerle bilinçli olarak mücadele edilmesi gereği ortaya çıkmış ve “iş güvenliği” kavramı doğmuştur. Çalışanların sağlığı ile yapılan iş arasındaki ilişki aslında çok eski çağlara dayanmaktadır.
Yunanlı düşünür Heredot, yine aynı çağlarda Eflatun ve Aristotales gibi düşünürler işçilerin sağlığı ve iş kazaları üzerinde durmuşlardır. Ancak bilimsel esaslara dayalı olarak bu konunun ele alınması 17. yüzyılda İtalya’da Bernandino Ramazzini tarafından gerçekleştirilmiştir. Daha sonraları İngiltere’de ortaya çıkan Sanayi Devriminin ortaya çıkardığı sağlık ve iş güvenliği sorunları da devletin bu alana müdahale etmesi ve yasal düzenlemeler yapması gereğini ortaya çıkarmıştır.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinin ortaya çıkması sanayileşme olgusu ile yakından ilgilidir. Bu nedenle, Türkiye’de işçi sağlığı ve iş güvenliğini incelerken sanayileşme olgusunu öncelikle ele almalıyız. Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk sanayileşme çabaları 19. yüzyılda Avrupa’nın etkisiyle başlamış ve bu yüzyılın ikinci yarısında da işçi sayısının artmasına bağlı olarak işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde işçilerin daha yoğun olarak yer aldıkları sektör madencilik olduğu için bu alanda çıkarılan ilk yasalar da, Dilaver Paşa Nizamnamesi, Maadin Nizamnamesi gibi, kömür madenlerinde çalışan işçilerle ilgili olmuştur.
Cumhuriyet döneminde de işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili bir çok yasal düzenleme yapılmıştır. Bunlar arasında şüphesiz en önemlisi 1937 yılında yürürlüğe giren 3008 sayılı İş Kanunu’dur. Böylece ilk kez işçi sağlığı ve iş güvenliği konusu ayrıntılı ve sistemli olarak düzenlenmiştir. Daha sonra bu kanuna dayanılarak çok sayıda tüzük çıkartılmıştır. Yine 1946 yılında Çalışma Bakanlığı’nın kurulması, 1945 yılında İşçi Sigortaları Kurumu’nun kurulması, 1950 yılında Sanayi ve Ticarette İş Teftişi Hakkındaki 81 numaralı uluslararası sözleşmenin onaylanması, 1971 tarihli 1475 sayılı İş Kanunu’nun yürürlüğe girmesi bu dönemin önemli düzenlemeleri arasında sayılabilir.
İÇİNDEKİLER
Günümüzde sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan ülkelerde sanayide çalışanların sayısındaki hızlı artış beraberinde çalışanların bir takım sağlık ve iş güvenliği sorununu getirmiştir. Sanayileşmiş ülkeler içinde bulunduğumuz yüzyılda işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda ciddi çabalar harcamak zorunda kalmışlardır. Bu ülkelerin hemen hemen hepsi iş kazalarını ve meslek hastalıklarını en düşük düzeyde tutmak için çabalamakta ve bu konuda eğitim ve kontrole önem vermekte, ayrıca bu konuyla ilgili olarak işyerlerinde gerekli önlemlerin alınmasını sağlamak amacıyla işyerlerini yoğun denetim altında tutmaktadırlar.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği konusunun gittikçe önem kazanmasının genel sebeplerini üç başlık altında toplayabiliriz. Bunlar; Teknik zorunluluklar, ekonomik zorunluluklar ve sosyal zorunluluklardır. Konunun karşılaşılan maliyetler açısından önemini açıklayabilmek için işçi sağlığı-meslek hastalıkları ve iş güvenliği-iş kazaları ilişkisini açıklığa kavuşturmak gerekmektedir.
İşçi sağlığına gereken önem verilmediği zaman karşımıza meslek hastalıkları, iş güvenliğine önem verilmediği zaman da iş kazaları çok boyutlu maliyetler olarak çıkmaktadır. Yani, işçi sağlığına önem vermemenin maliyeti meslek hastalıkları, iş güvenliğine önem vermemenin maliyeti de iş kazaları olarak belirmektedir. Tabi ki, iş kazaları ve meslek hastalıklarının hem işçi ve işverene ve hem de daha makro düzeyde ülke ekonomisine yüklediği bir takım maliyetler de vardır. İşçi yönünden konunun önemi şu şekilde özetlenebilir;
a) İşçinin gelir düzeyinde azalma olur,
b) çalışma ve meslekte kazanma gücünde yine azalmalar meydana gelir,
c) ayrıca, işçi de psikolojik ve ruhsal bir takım sorunların ortaya çıkmasına neden olur.
İşveren yönünden de iş kazaları ve meslek hastalıklarının doğrudan ve dolaylı maliyetlerinden söz edilebilir. Doğrudan maliyetler, kaza sonucu doğan zararların ödenmesiyle ortaya çıkan maliyetlerdir. Sigortalıya ödenen tazminatlar, mahkeme masrafları, sürekli iş göremezlik ödenekleri gibi. Dolaylı maliyetler ise, doğrudan maliyetlerden farklı olarak kapsam ve miktar bakımından tam tespit edilemeyen ve sınırlandırılamayan maliyetlerdir.
Kaza nedeniyle ortaya çıkan hasarın maliyeti, kaza nedeniyle yapılması gereken harcamaların maliyeti, üretim ve verimlilikte ortaya çıkan azalmalar ve ürün teslimindeki gecikmelerden dolayı pazar kaybından doğan maliyetler işveren açısından karşılaşılan dolaylı maliyetlerdendir.
İş kazası ve meslek hastalıkları ülke ekonomisi açısından da son derece önemlidir. İş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle ülke ekonomisi de birçok kayıplara uğramaktadır. Bir kere yetişmiş insan gücü kaybı ve bunların iş göremez duruma gelmeleri ülke ekonomisini zarara uğratmaktadır.
Sosyal ve kültürel bir varlık olan insan gücünün kaybı toplumun bir kaybıdır. Bu kaybın ölçülmesi son derece güçtür. Tek bir işçi ve işletme açısından düşünüldüğünde kazaların ve hastalıkların maliyeti rakam olarak belki çok büyük görülmeyebilir. Ancak ülke ekonomisi açısından durum hiç de öyle değildir. Kazaya ya da hastalığa maruz kalan işçi üretimden düştüğü gibi ülke ekonomisine de tüketici olarak bir yük olacaktır. Bu nedenle, “çalışanları korumak ve kazaları önlemek, kaza sonucu ortaya çıkan zararları tazmin etmekten daha kolay ve ucuzdur”.
İş kazalarının nedenlerini “insanlara bağlı nedenler” ve “fizik ve mekanik çevre koşullarına bağlı nedenler” olmak üzere iki ana grupta ele alabiliriz. Bu iki grup içerisinde insanlara bağlı nedenlerin iş kazalarının %80- 90 oranında nedenini teşkil ettiği de kabul edilmektedir.
İnsan davranışlarından kaynaklanan kaza nedenleri arasında; tehlikeli davranışlara yol açan kişisel özellikler, yaş, kıdem, mevki, aile durumu gibi; tehlikeli davranışlara yol açan fizyolojik faktörler, uykusuzluk, yorgunluk gibi; ve yine tehlikeli davranışlara yol açan psikolojik faktörler, duygusal koşullar gibi, sayılabilir.
Fizik ve mekanik çevre koşullarından kaynaklanan kaza nedenleri ise şunlardır; makinelerin yol açtığı kazalar, üretim organizasyonlarının yol açtığı kazalar ve çalışılan işyerindeki ısı, ışık, gürültü gibi çevresel faktörlerin yol açtığı kazalardır.
Meslek hastalıkları, iş kazalarına oranla üretim süreci içinde çok daha geniş bir işçi topluluğunun sağlığını tehdit ettiği için işçi sağlığı ve iş güvenliği sorununun bir bakıma en önemli boyutunu oluşturmaktadır. Sorumluluk ve sosyal güvenlik hukuku bakımından bir hastalığın meslek hastalığı olarak kabul edilebilmesi bazı koşulların varlığına bağlıdır.
Öncelikle bir rahatsızlık ortaya çıkmış olmalıdır. Yine bu hastalık dıştan gelen bir sebeple olmalıdır. Tekrar eden nedenlerden ötürü meydana gelmiş olmalıdır. Hastalığın ortaya çıkışı birden bire değil, tedricen olmalıdır. Hastalık vücut bütünlüğünün ihlali veya ölüm gibi bir sonuca yol açmış olmalıdır. Ortaya çıkan hastalıkla görülen iş arasında illiyet bağı, yani sebep-sonuç ilişkisi bulunmalıdır.
Meslek hastalıklarının nedenleri de beş grupta gözden geçirilebilir. Bunlar; kimyasal maddelerden ileri gelen meslek hastalıkları, mesleki deri hastalıkları, toz hastalıkları ve diğer mesleki solunum sistemi hastalıkları, mesleki bulaşıcı hastalıklar ve fizik etkenlerle meydana gelen meslek hastalıklarıdır.
İş kazaları ve meslek hastalıkları ekonomik ve sosyal bir sorun olması sebebiyle toplumun büyük bir kesimi bu konuda doğrudan ya da dolaylı olarak sorumluluk üstlenmektedir. Ancak sorunun çözümünde devlet, işveren, işçiler ve sendikalar en etkili gruplar olarak karşımıza çıkmaktadır.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği konusunda devletin rolü daha çok gözlemci, aydınlatıcı ve teşvik edici niteliktedir. Devletin bu konulara katkısı zaman içinde değişik aşamalardan geçmiştir. Başlangıçta zorlayıcı nitelik taşıyan devlet müdahalesi, sonraları yol gösterici, teşvik edici, dayanışma rolü ağırlık kazanarak ön plana çıkmıştır. Devletin işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki en önemli etkinliği bu alandaki mevzuatı hazırlamak ve denetim yapmaktır. Bunun dışında bu konu bir devlet politikası olarak benimsenir ve bu konuda bağımsız uzman kuruluşlar oluşturulabilir.
İş kazalarının önlenmesinde işletmelerin konuya yaklaşımları da son derece önemlidir. İşletmelerin ister insancıl nedenlerle, isterse ekonomik nedenlerle olsun işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda harcama yapmaları bir tür yatırımdır. İşletmeler açısından iş kazaları ve meslek hastalıklarından korunmanın en etkin yolu işyerinde, iş güvenliği ilkelerine uygun bir çalışma düzeni oluşturmaktır. Buna göre birbirini izleyerek uygulanması gereken dört ayrı yöntem vardır. Bunlar; mühendislik revizyon, inandırma ve özendirme, işe uygun işçi seçme ve iş güvenliği disiplininin sağlanmasıdır.
İşçi sendikalarının da işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yapabilecekleri pek çok olumlu katkı vardır. Sendikaların bu konudaki şikayetleri toplu olarak gündeme getirmeleri ve ısrarla takip etmeleri çok yararlı olabilir. Ayrıca toplu iş sözleşmelerine bu konuya ilişkin hükümler konulabilir. Sendikalar işyerlerindeki işçi sağlığı ve iş güvenliği kurullarına sendika temsilcisi olarak aktif bir biçimde katılabilirler. Bu konuda üyelerini eğitebilir ve inceleme-araştırma faaliyetlerine katkıda bulunabilirler.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda en istekli ve etkin olması gereken grup, bu tehlikelerle karşı karşıya bulunan işçilerdir. İşçiler konulan kurallara ve tavsiyelere uymalı, kullandıkları alet ve makineler hakkında yeterli bilgiye sahip olmaya çalışmalı ve bu konuda yapılan eğitim çalışmalarından olabildiğince yararlanmaya çalışmalıdırlar. Kısacası bu konuda bilinçli davranmalıdırlar. İşçilerin sağlığını korumaya yönelik önlemler de, hastalıkları baştan önlemeye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri, tedavi edici sağlık hizmetleri ve meslek hastalıklarına karşı alınması gereken önlemler şeklinde sınıflandırılabilir.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusu, Osmanlı İmparatorluğu döneminden günümüze kadar her dönemde Türk Çalışma Hayatında önemli yer tutmuştur. Başlangıcından günümüze kadar yapılan çalışmalar çözümün hep hukuki yollarda arandığını göstermektedir. Oysa günümüzde artık işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin düşünce, değerlendirme ve yöntemler değişmektedir. Bu gelişmelerin temel düşüncesi, en iyi çözüm şeklinin “daha başlangıçta kaza olasılıklarını ve sağlık sorunlarını gidermek” olduğudur.
Ülkemizde İşçi sağlığı ve iş güvenliğinden sorumlu olan kurum ve kuruluşların başında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı gelmektedir. Bakanlığın içinde dört ayrı birim konuyla ilgilidir. Bunlar; İşçi Sağlığı Daire Başkanlığı, İş Teftiş Kurulu Başkanlığı, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Enstitüsü Müdürlüğü ve Yakın ve Ortadoğu Çalışma Enstitüsü Müdürlüğü’dür. Daha sonra Sağlık ve Milli Savunma Bakanlıkları gelmektedir. Bakanlıklardan sonra SSK, Belediyeler, MPM, TSE ve Üniversiteler de değişik amaçlarla konuyla ilgilidirler. Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili uygulamalarda karşılaşılan bir çok sorun vardır. Bu sorunlar şu şekilde sıralanabilir:
Sanayi devriminin yarattığı olumsuz çalışma koşullarını düzeltmek amacıyla başlayan devlet müdahalesi, teknolojik gelişmelere ve günün ihtiyaçlarına uygun olarak değişen ve sürekli gelişen bir iş güvenliği mevzuatını ortaya çıkarmıştır. Bunun karşılığında işçiler açısından da bu mevzuattan kaynaklanan ve devlet tarafından ayrıca idari ve cezai yaptırımlarla korunan bir iş güvenliği hakkı doğmuştur. İş güvenliği hakkı, önemi nedeniyle çalışma hayatına ilişkin yasalar dışında bir çok ülkede anayasalarda da yer almak suretiyle anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Nitekim iş güvenliği hakkı Anayasamızın çeşitli maddelerinde de güvence altına alınmıştır.
Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin gerekli yasal mevzuatın, bulunmakla birlikte son derece dağınık olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu konuda bir çok kanun ve denetim görevini yerine getirecek yine bir çok kurumun ve kuruluşun bulunması, ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili uygulamalarda sorunlara neden olmaktadır. İş güvenliği mevzuatımızın önemli bir bölümü de işverenin işçiyi gözetme borcuna ilişkin düzenlemeler oluşturmaktadır. Bu düzenlemeler, işverenler tarafından alınması gereken teknik tedbirler, işin düzenlenmesiyle ilgili sağlık kuralları, işyerinin iş güvenliği konusunda örgütlendirilmesi konusundaki kurallar ve işçiyi gözetme borcunu yerine getirmeyen işverenlere uygulanacak yaptırımlar olarak gruplandırılabilir